Teknoloji hayatımıza öyle bir girdi ki, artık sabah kahvemi bile kahve makinesi değil, telefonum hazırlıyor. Yani uygulamayı açıyorum, kahve makinesi çalışıyor. Evet, “akıllı ev sistemlerinden” bahsediyorum. İlk başta biraz tuhaf gelmişti, .“Işığı bile kendin mi açamayacaksın?” diyordum. Ama sonra bir baktım ki her şeyi kendisi halleden bir evde yaşamak, biraz da sihirli bir konformuş aslında.
Teknoloji dediğimiz şey bir yandan hayatı hızlandırırken, diğer yandan da bazı şeyleri biz fark etmeden kolaylaştırıyor. Akıllı ev sistemleri de işte tam bu noktada devreye giriyor. Işıklar, prizler, perdeler, klima, güvenlik kameraları, kapı kilitleri… Her şey birbirine bağlı. Ve hepsi cebimizdeki telefonla yönetilebilir hale gelmiş durumda. İşin garibi, başta biraz “lüks” gibi duran bu sistemler, zamanla “ihtiyaç” olmaya doğru ilerliyor.
Ben ilk akıllı sistemimi, sadece uzaktan kontrol edilebilen bir ampulle başlatmıştım. Sırf merakımdan. “Tamam,” dedim, “bir deneyelim, ne kadar farklı olabilir ki?” Sonra akşam işten dönmeden ışıkları açmanın verdiği o garip konforu fark ettim. Ev sanki “hoş geldin” diyordu. Evet, belki fazla duygusal bir bağ kurmuş olabilirim ışıkla ama bu sistemlerin amacı da zaten biraz bu: Evi kişiselleştirmek, ruh haline göre adapte etmek.
Zamanla işler çığırından çıktı. Işıklar derken, klimayı bağladım, sonra perde motorları derken güvenlik sistemine kadar uzandı iş. Şu an telefonumdaki tek bir uygulamayla evdeki her şeyi kontrol edebiliyorum. Hatta geçenlerde tatildeyken, kargocu aradığında kapıyı uzaktan açtım, paketi içeri koydu, sonra kapıyı tekrar kilitledim. Ne kamera eksik ne akıllı kilit.
Buradaki asıl mesele şu: Teknoloji sadece hız kazandırmıyor, güvenlik ve enerji tasarrufu da sağlıyor. Evde olmadığımda, sistem otomatik olarak elektriği minimuma indiriyor. Güneş ışığına göre perdeler açılıp kapanıyor. Isıtma ve soğutma sistemleri, evde kimse yoksa boşa çalışmıyor. İlk başta bu sistemleri bir “konfor alanı genişletici” olarak görüyordum, ama sonra fark ettim ki aslında ciddi anlamda enerji dostu çözümler bunlar.
Tabii şunu da söylemem gerek: Her şey harika değil. Teknolojinin içine bu kadar girince, işler bazen karmaşık da olabiliyor. Bir gün sistem çöktü, perdeler açılmadı, ışıklar yanmadı. O an, aslında teknolojik konforun bağımlılık yaratabileceğini fark ettim. Hani eskiden elektrik kesilince internet gittiğinde afallardık ya, şimdi bir uygulama çökünce evde ne yapacağımı şaşırıyorum.
Yine de tüm bu risklere rağmen, akıllı ev sistemlerinin gelecekte çok daha yaygın olacağını düşünüyorum. Çünkü sadece “teknoloji meraklılarının” değil, artık sıradan kullanıcıların da ilgisini çekiyor. Uygun fiyatlı ürünler, kullanımı kolay uygulamalar, entegrasyon kolaylığı derken bu sistemler ulaşılabilir hale geldi. Eskiden sadece bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz o evler, artık sıradan bir apartman dairesine bile uygulanabilir durumda.
Bana kalırsa gelecekte “akıllı olmayan” evler, neredeyse nostaljik bir şey gibi anılacak. Tıpkı tuşlu telefonlar gibi. Yeni nesil, evini telefonla kontrol etmeye alışmış olacak ve fişe takılı bir cihazı manuel açmak, onlara “ilkel” gelecek belki de.
Sonuç olarak, teknoloji ile iç içe yaşamanın bir başka adı akıllı ev sistemleri. Hayatın temposuna yetişmek zorlaştıkça, bu tür çözümler kaçınılmaz hale geliyor. Kimi için lüks, kimi için konfor ,benim için ise artık bir yaşam tarzı. Çünkü sabah yatağımda uzanırken, “Perdeleri aç” demek kadar keyifli çok az şey var. Çünkü sabah yatağımda uzanırken, “Perdeleri aç” demek kadar keyifli çok az şey var. Ama iş sadece konfor değil; bu sistemlerin hayatımıza olan etkisi daha derin. Örneğin çocuklu aileler için akıllı ev sistemleri adeta bir koruyucu melek gibi. Evde biri pencereyi açtı mı, sistem hemen haber veriyor. Biri gece uyanıp mutfağa gitti mi, loş ışıklar devreye giriyor. Teknolojinin bu tür “düşünen” hali, aslında biz farkında olmadan güvenlik seviyemizi yükseltiyor. Ya da yaşlı aile bireyleri için; uzaktan erişimle kontrolleri biz sağlayabiliyoruz, onlar uğraşmak zorunda kalmıyor. Bir de şu yönü var: Bu sistemler, evimizi sadece yönetmekle kalmıyor, aynı zamanda bize dair veriler de üretiyor. Hangi saatte hangi ışık daha çok kullanılıyor, enerji tüketimi ne zaman artıyor, evde ne zaman hareket oluyor… Bütün bu veriler, evimizi nasıl kullandığımızı anlamamıza yardımcı oluyor. Belki fark etmeden sürekli açık bıraktığımız bir ışığı ya da boş yere çalışan bir cihazı bu sayede keşfediyoruz. Bu da teknolojinin analitik gücünü evlerimize taşıdığı anlamına geliyor. Yani artık evler sadece yaşam alanı değil, aynı zamanda bizi anlayan ve bize göre şekillenen dijital birer partner gibi. Bu da teknolojinin geldiği noktanın çok ama çok ilginç bir örneği.