Eğitim sistemimiz yıllardır değişiyor ama bana sorarsanız hâlâ "ezbercilikten" tamamen kopabilmiş değiliz. Tahtaya yazı yazan öğretmen, o yazıyı deftere geçiren öğrenci... Bu döngü hâlâ çoğu sınıfta devam ediyor. Ancak teknolojinin sunduğu bazı fırsatlar bu düzeni bozmak için çok güçlü araçlar sunuyor. Bunlardan biri de benim için tam bir dönüm noktası olan Artırılmış Gerçeklik (AR) teknolojisi.
AR ile ilk tanışmam tamamen tesadüfî oldu. Bir arkadaşım bana bir eğitim uygulamasından bahsetti. “Kitaba telefon tutuyorsun, sayfa canlanıyor” dediğinde biraz abarttığını düşünmüştüm. Ama gerçekten öyleymiş. Telefonumu kitabın belirli bir sayfasına tuttuğumda, bir anda bir DNA sarmalı ekranda dönmeye başladı. Üstelik döndürüp inceleyebiliyor, katmanlarını ayırabiliyordum. O an ne hissettiğimi tam tarif edemem ama şunu düşündüm: “Ben bunu çocukken görseydim biyolojiye âşık olurdum.” Çünkü AR sadece bir teknolojik yenilik değil, aynı zamanda öğrenme şeklimizi kökten değiştiren bir deneyim. Bir şeyi sadece okumakla kalmıyorsun, onu yaşıyorsun. Mesela tarih dersinde 1453’te İstanbul’un fethini anlatan kuru bir paragraf yerine, AR gözlüğü takarak surlara çıkan askerleri izleyebildiğini hayal et. Ya da fen dersinde volkanik bir dağın iç yapısını üç boyutlu olarak önünde inceleyebildiğini. Öğrenme şeklinin bu kadar değiştiği bir ortamda, bilgiyi unutmak neredeyse imkânsız hale geliyor.
Üniversite yıllarımda staj yaptığım bir özel okulda AR teknolojisiyle çalışan bir sistem vardı. Çocuklar, ders kitaplarını sadece okumuyor, onlarla etkileşime giriyordu. Öğrencilerin gözlerinde gördüğüm o merak duygusu beni derinden etkiledi. Normalde dersin sonunu zor getiren o çocuklar, AR etkinliği olduğu gün zil çalsa bile gitmek istemiyorlardı. O kadar heyecanlanıyorlardı ki, öğretmenleri bile bu ilgiyi şaşkınlıkla izliyordu. Bir gün küçük bir öğrenci, "Öğretmenim, Mars yüzeyine bastım bugün!" diye heyecanla geldi. Tabii ki fiziksel olarak Mars’a gitmemişti ama AR teknolojisi sayesinde Mars yüzeyinin üç boyutlu simülasyonunu deneyimlemişti. O heyecanı hiçbir not sistemiyle ölçemezsiniz. İşte bana göre gerçek öğrenme tam da bu: Kalpte yer eden, merak uyandıran, zihinde iz bırakan bir deneyim.
Bu teknolojinin faydası sadece eğlenceli olması değil, aynı zamanda öğrenmeyi kalıcı hâle getirmesi. Hepimiz biliyoruz ki bir şeyi ne kadar çok duyu organımızla algılarsak, onu o kadar iyi öğreniyoruz. AR, görme, işitme ve hatta etkileşimle dokunma hissini birleştirerek bilgiyi daha sağlam yerleştiriyor. Örneğin geometri dersinde bir üçgenin kenarlarını ölçmek yerine, sanal bir üçgeni büyütüp küçülterek öğrenen bir öğrenci, konuyu ezberlemeden kavrıyor. Benim en çok ilgimi çeken ise dil eğitimindeki kullanımı oldu. Bir uygulama sayesinde etrafımdaki nesnelere telefonumu tuttuğumda, İngilizce karşılıklarını anında ekranda görebiliyordum. Bu, kelime kartlarıyla çalışmaktan çok daha etkiliydi. Görsel hafızamı da kullandığım için kelimeler daha uzun süre aklımda kaldı. Üstelik bu süreç oldukça eğlenceliydi.
Tabii ki AR’nin eğitime entegrasyonunda bazı zorluklar da var. Öncelikle her okulun bu teknolojiye erişimi yok. AR donanımları hâlâ pahalı. Gözlükler, tabletler, özel yazılımlar derken ciddi bir bütçe gerekiyor. Ayrıca öğretmenlerin bu teknolojiye alışması da zaman alıyor. Teknolojiyi sadece kullanmak değil, onu eğitim stratejisine uygun şekilde kullanabilmek de ayrı bir uzmanlık istiyor. Bu yüzden öğretmenlerin de sürekli eğitimlerle desteklenmesi gerekiyor. Bir diğer mesele ise dikkat dağınıklığı. Evet, AR öğrenmeyi çok daha etkili hâle getiriyor ama bazı öğrenciler sadece "görsel şölen" kısmında kalabiliyor. Yani konunun özünü kaçırıp teknolojiye odaklanabiliyorlar. Bu yüzden öğretmen rehberliği çok önemli. AR’nin asıl amacı bilgiyi daha anlaşılır hale getirmek. Yoksa sadece "şov" yapmanın eğitime bir katkısı yok. Bütün bu eksilere rağmen ben AR’nin eğitimin geleceğinde çok güçlü bir yere sahip olduğunu düşünüyorum. Hatta belki de birkaç yıl içinde klasik kitapların yerini tamamen interaktif materyaller alacak. Bu beni hem heyecanlandırıyor hem de umutlandırıyor. Çünkü bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça, öğrenme arzusu da artıyor.
Şimdi zaman zaman çocuklara gönüllü dersler veriyorum. Hazırladığım sunumlara mutlaka AR öğeleri eklemeye çalışıyorum. Geçen gün fen bilgisi dersinde insan iskeleti konusunu anlatırken, telefonlarından indirdikleri uygulamayla iskeletin 3D halini inceledik. “Hocam, kemiği döndürebiliyorum!” diyen öğrencilerin sevinci, klasik ders anlatımının ulaşamayacağı bir etki yarattı. O gün o çocuklar belki de ilk kez insan vücuduna merak duydular. Sonuç olarak teknoloji eğitimi sadece şekilsel olarak değil, ruhsal olarak da dönüştürüyor. Öğrenme isteğini tetikliyor, anlamayı kolaylaştırıyor ve öğrenciyi pasif bir dinleyici olmaktan çıkarıp aktif bir katılımcı haline getiriyor. Ben bu yüzden artırılmış gerçekliğe sadece bir "teknoloji ürünü" olarak değil, bir eğitim devrimi olarak bakıyorum.
Geleceğin sınıfları belki duvarlarla çevrili olmayacak. Belki öğrenciler bir gözlük takıp başka bir ülkenin tarihini orada yaşayacaklar. Ya da hücrenin içine girip çekirdeği kendi gözleriyle görecekler. Tüm bunlar bilim kurgu gibi gelmiyor artık. Çünkü AR sayesinde eğitimde artık sadece öğrenmiyoruz; deneyimliyoruz. Ve bu deneyimin etkisi bir ömür boyu sürüyor.